Cilt Bakımı Gerçekten İşe Yarıyor mu? Siyaset Bilimi Perspektifinden Bir Güç Analizi
Giriş: Güç, Beden ve Görünürlük Üzerine
Bir siyaset bilimci olarak, iktidarın sadece kurumlarda değil, bedenin en küçük hücrelerinde bile işlediğini görmezden gelemem. Cilt bakımı denilen şey, ilk bakışta bireysel bir tercihmmiş gibi görünür: nemlendirici sürmek, serum kullanmak, bakım rutini oluşturmak. Ancak yakından bakıldığında, bu eylemlerin ardında iktidarın mikro düzeydeki düzenleme biçimleri vardır.
O hâlde provokatif bir soruyla başlayalım: “Cilt bakımı gerçekten işe yarıyor mu, yoksa modern toplumun yumuşak denetim mekanizması mı?”
Bu yazı, cilt bakımını bir kozmetik pratik değil, bir siyasal davranış biçimi olarak ele alıyor; beden politikaları, ideoloji ve vatandaşlık kavramlarıyla kesiştiği noktaları inceliyor.
İktidarın Görünmez Eli: Cilt Üzerinden Yönetim
Foucault’nun biyopolitika kavramı, modern devletlerin vatandaşların bedenleri üzerinden nasıl bir kontrol mekanizması kurduğunu açıklar. Bu çerçevede, cilt bakımı yalnızca bireyin kendi bedeniyle ilgilenmesi değil, aynı zamanda sistemin “sağlıklı, temiz ve sunulabilir” bedenler üretme çabasının bir parçasıdır.
Cilt bakımı kültürü, reklamlardan sosyal medyaya kadar, öz-denetim ideolojisini içselleştirir. İnsanlar artık devlet zoruyla değil, kendi isteğiyle disipline olurlar. Gözeneklerin küçülmesi, lekelerin kaybolması, kırışıklığın ertelenmesi… Hepsi bir tür “vatandaşlık performansı” hâline gelir.
Soru şu: Bir birey cildine yatırım yaparken gerçekten kendine mi yatırım yapar, yoksa sistemin dayattığı görünürlük normlarına mı hizmet eder?
Erkeklerin Güç Odaklı Stratejisi
Erkeklerin cilt bakımına yaklaşımı genellikle stratejik ve iktidar merkezlidir.
Siyaset biliminde “görünürlük yönetimi” kavramı, bireyin toplumsal sahnede kendini sunma biçimidir. Erkekler için cilt bakımı, genellikle bir “güç göstergesi” hâline gelir: toplantılarda, ekranlarda, siyasette ya da iş dünyasında “diri, güven veren bir yüz” sunmak, imajın bir parçasıdır.
Bu yaklaşım, Machiavelli’nin “görünüş her şeydir” tezini çağrıştırır. Güzel değil; güçlü görünmek esastır.
Modern erkek bakım ürünlerinin ambalajlarında “enerji”, “güç”, “aktif karbon” gibi kelimelerin seçilmesi bile bu siyasal dilin ekonomik izdüşümüdür. Cilt bakımı burada kişisel bir hijyen değil, bir güç performansı hâline gelir.
Kadınların Katılımcı Estetik Anlayışı
Kadınlar açısından cilt bakımı, çoğu zaman bir demokratik katılım ve toplumsal dayanışma pratiği olarak görünür.
Sosyal medya platformlarında birbirine öneriler sunan kadınlar, bilgi paylaşımıyla bir tür “güzellik kamusal alanı” inşa eder. Bu durum, Jürgen Habermas’ın “kamusal alan” kavramına yeni bir yorum getirir: Güzellik üzerinden kurulan yeni diyalog biçimi, kadınların görünürlüğünü artırır.
Ancak bu görünürlük, her zaman özgürleştirici değildir. Çünkü aynı anda sistem, kadınları “bakımlı olma yükümlülüğü” altına da sokar.
Bir kadın cilt bakımı yapmadığında tembel ya da ilgisiz olarak algılanabilir. O hâlde şu soruyu sormak gerekmez mi: “Bakımlı olma zorunluluğu, estetik bir tercih mi yoksa neoliberal bir vatandaşlık görevi mi?”
Kurumsal Yapılar ve İdeolojik Üretim
Kozmetik endüstrisi, sadece ürün satan bir piyasa değildir; bir ideoloji üretim merkezidir.
Bu endüstri, cilt bakımını bireysel özgüvenle, özgürlükle, hatta mutlulukla ilişkilendirerek ideolojik bir hegemonya kurar.
Gramsci’nin “rızaya dayalı iktidar” kavramı burada devreye girer: İnsanlar zorla değil, ikna edilerek yönlendirilir.
Reklamlar, “kendin için yap” derken bile sistemin devamını sağlar. Çünkü birey artık tüketimi bir özgürlük göstergesi olarak görür.
Bu noktada cilt bakımı, yalnızca kozmetik değil; ideolojik bir itaat biçimi hâline gelir.
Peki, birey bu kadar ince işlenmiş bir düzende gerçekten özgür müdür, yoksa yalnızca daha pahalı bir zincir mi taşımaktadır?
Vatandaşlık, Beden ve Siyasal Estetik
Siyaset bilimi açısından cilt bakımı, modern vatandaşlığın “bedensel yüzü”dür.
Devlet, doğrudan cilt bakımını düzenlemez; ancak dolaylı biçimde “temiz, bakımlı, sağlıklı” görünümü destekler. Kamu hizmetlerinde çalışanlar, medya figürleri, yöneticiler hep aynı görsel normu temsil eder.
Bu görünüm standardı, siyasal estetiğin bir parçasıdır.
Cilt bakımı bu anlamda bir tür “vatandaşlık ritüeli”ne dönüşür.
Toplumsal aidiyet artık fikirlerle değil, dış görünümle de ölçülür. Bir toplum, yüzeysel parıltının ardına saklanırken, daha derin yapısal eşitsizlikleri gözden kaçırabilir.
O hâlde şu soruyu sormalıyız: “Parlayan ciltler, kararan vicdanları görünmez mi kılıyor?”
Sonuç: Cilt Bakımı Bir Güç Göstergesi mi, Direniş Biçimi mi?
Cilt bakımı gerçekten işe yarıyor mu?
Bu sorunun yanıtı, krem tüplerinde değil, güç ilişkilerinde saklıdır.
Bir yandan bireyin kendine özenini, özsaygısını temsil eder; diğer yandan sistemin estetik düzenine boyun eğişini gizler.
Cilt bakımı, modern dünyanın en yumuşak ama en etkili iktidar alanlarından biridir.
Kimileri için bir özgürlük, kimileri için bir zorunluluktur.
Belki de asıl mesele, pürüzsüz bir cilt değil; kendi görünürlüğümüzü kimin tanımladığıdır.
Ve belki de asıl soru şudur: “Gerçekten parlayan şey cildimiz mi, yoksa sistemin bize biçtiği rol mü?”